Değerli güreş camiamız, değerli güreş severler; Bir Ata sözüyle konuya girmek istiyorum. Yani son da söyleyeceğimi başta söyleyeceğim: "Kol kırılır, yen içinde kalır. Baş yarılır, fes içinde kalır."
Yani zaman zaman her spor dalında olduğu gibi, Ata sporumuzda da olumsuz durumlar yaşanabilir. Böyle bir durumda sakin olup, ortamı germeden hal yoluna konmalı. Öyle her kafadan bir ses çıkarıp, ver yansın edip, kimi seyirciyi kimi pehlivanları yormamalı, yıpratmamalı, mevzuyu tatlıya bağlamalı...
Olaya iki tarafın açısından bakarsak hiç kimse de bir art niyet olmadığını görürüz. Hatalar, eksikler her iki tarafta da olabilir tabiki. Mevzu; herkesin dilinde, kaleminde olan İsmail Balaban ile güreş seyircisi arasındaki bir anlık sert geçen diyalog. Ben olaya ilk olarak Pehlivan İsmail gözüyle, kendimi onun yerine koyarak bakıyorum.
Arkadaşlar, değerli güreş seyircimiz; Bir güreş organizasyonunda finale kalan Başpehlivan o gün muhtemelen saat: 12.30 civarı giydiği 2-3 kiloluk yağlı kispeti finale kadar yaklaşık 7-8 saat boyunca üzerinden çıkarmadan en az 5-6 saat güreş yapmış oluyor. Zaman zaman denk güreşlerde puanlamaya gilirse bu durum 8 saati alabiliyor ki, final güreşi demek o günün en iyileri, en çok güreş tutmuş pehlivanları birinci olabilmek için vücudundaki tüm enerjisini harcıyor, bu esnada yağlı olmaları, hava sıcaklığı ki, tribünde hissedilen sıcaklık 30-35 derece ise, er meydanında güreş tutan pehlivanların hissettiği sıcaklık 40-45 derece. Normal insanın nabzı 80-90 iken pehlivanların nabzı 150-200 hele hele son yeniş anlarında belki de anlık 250-300 durum böyle iken bu pehlivana yaklaşmak, soru sormak, onunla polemiğe girmek kızgın tavandaki yağa su dökmek gibidir. Ya da kızgın demire su dökmek gibi.
Kızgın yağlı tavaya su dökersen alev alır, etrafa sıçrar, yangın çıkar. Kızgın demire su dökersen demir çatlar. O sebeple ya soğumasını beklemek gerek, ya da ısınmadan tutmak, temas etmek gerek. Yani pehlivanın nabzı düştüğünde yanına gidilse, zaten oda finali alma sevincini elleri öpülesi seyirciyle paylaşacaktır.
Öte yandan, seyirci tarafından bakıldığında o seyirci ki; hiçbir menfaati, hiçbir çıkarı olmadan evinden, ailesinden, ekonomisinden yani kendi kesesinden para harcayıp, güreş tutacak pehlivan gibi sabahın altı yedisinde yola revan olup, duruma göre 600-700 km. yol yapıp, günlük güreşlerde akşamına o 600-700 km. yolu geriye dönüyor. Üç günlük güreşlerde ise, kimi otellerde, kimi camilerde, kimi cami avlusuna kurduğu çadırlarda yatıp sabahın sekizinde daracık sert taş gibi, tribün oturağına bir oturuyor akşamın sekiz dokuzuna kadar, oturduğu yerde mıh kesiliyor. Dünya'da hiçbir spor dalının seyircisini sekiz on saat tribünde kimse tutamaz. Dünya'nın en ünlü sanatçıları sekiz on saat konser verse hiçbir seyirci sekiz on saat o konseri izlemez gider.
Yani demem o ki; sebep her ne olursa olsun hiçbir pehlivanın seyirciyi azarlamaya hakkı yoktur. Bura da en çok sabırlı olması gereken elbette pehlivandır. Fakat zaman zaman böyle istenmeyen durumlar yaşanabiliyor. Bu durum aşırı yorgunluğun, yüksek nabzın getirdiği istemsiz, kontrol dışı bir tepkidir. Bura da art niyet aramaya gerek yok. Biz kocaman bir aileyiz, güçlü bir aileyiz. Bura da olması gereken pehlivanın nabzı düştüğünde onunla konuşup, yanına koşan güreş sever ile konuşup, onları bir araya getirip bir birine sarılarak resimlerini çekip, gönüllerini almaktır.
Son olarak, koçyiğitlerimize bir hadis ile seslenmek istiyorum...
Pehlivanlar, koçyiğitler; Bakın ne diyor hadiste. "Gerçek "Pehlivan" rakibini yenen değil, öfkelendiğin de sinirlerine, öfkesine hakim olandır."
Koçyiğitler; biz sizleri seviyoruz. Sizlerin ağır spor yaptığınızı, yorulduğunuzu da iyi biliyoruz. Fakat şunu da çok iyi biliyoruz ki; Pehlivan sabırlıdır. Pehlivan merhametlidir. Pehlivan saygılıdır. Pehlivan dürüsttür. O sebeptendir ki; yıllar yılı er meydanlarında rahmetli Pele Mehmet ustamız, Şükrü Kayabaş ustamız şu maniyi söylerler: "İncir ağacından oklava, mısır unundan baklava olmaz. Her ananın doğurduğundan da "Pehlivan" olmaz." Sizler seçilmiş kişilersiniz. Sizler 86 milyon Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayak'tan Baş'a 2000-3000 pehlivansınız. Başpehlivanlıkta Türkiye'de 75 kişisiniz, örneksiniz, öncüsünüz, göz önündesiniz. Sizler hal ve hareketlerinize bir tık daha dikkat edip, herkesten daha hassas olmalısınız.
Velhasıl pehlivansız er meydanı olmayacağı gibi, seyircisiz de pehlivan olmaz. Birbirimizi üzmeyelim. İsmail de bizim, Ali de. Şapkalı fesli fotörlü kasketli hacı amca da, koca tesbihli ağa da, başkan da, hakem de, cazgır da. Yağcı, bezci, kapıda duran bekçi de. Biz biriz, beraberiz. Bir olursak var oluruz, bölünürsek yok oluruz.
Yazımızın ve bu tartışmalı pehlivan seyirci diyaloğunun sonunu Nasrettin Hoca fıkrası ile tatlıya bağlayalım. Kim haklıdır bilemem de...
Nasrettin Hocanın anlaşamayan iki arkadaşı varmış. Önce birisi gelmiş derdini anlatmış, Nasrettin Hoca ona haklısın demiş göndermiş. Öbürü gelmiş o da derdini anlatmış ona da haklısın demiş. Hocanın hanımı, hoca ikisine de haklısın dedin bu nasıl iş deyince hoca hanımına sen de haklısın demiş. Bizim derdimiz haklıyı haksızı aramak değil, olayı tatlıya bağlamak olmalı.
Saygılarımla...