Mevzu çok basit! Birileri çıkıyor yalan, yanlış ve yanlı cümleleri, süslü püslü sözlerle ağızlarını sağa sola yaya yaya sözlerini, üsluplarını öyle bir hale sokuyor ki; insanlar söylediklerinden hiçbir şey anlamasa da netice olarak doğru zannediyor, takdir ediyor, destek veriyor.
Bizim gibi birileri de çıkıp, kitabın ortasından eğmeden, bükmeden, kıvırmadan, kıvırtmadan ulu orta bodoslama konuşunca, bu konuşma baştan sona doğru olsa bile kimileri konuya muhatap olduğundan rahatsız oluyor. Kimileri muhataplar ile muhatap olduğundan bize hak veremiyor, destek olamıyor. Kimileri yazdıklarımıza, konuştuklarımıza hak verse de hatta konunun muhataplarının yaptıklarından rahatsız olduklarını söyleseler bile, ne hikmettir bilinmez hiçbir şey yokmuş gibi o kişilere yağ bal olup, ahbap oluyorlar.
Hele hele kimileri var, "Nasrettin hoca misali" sende haklısın sende mantığı ile, ne şiş yansın ne kebap hesabı arada gidip geliyor.
Böyle bir durumda ne yazdıklarımızın, ne yazdıklarımızı okumanın, ne de yazdıklarımızı okuyanın bir önemi kalıyor. Bu da demek oluyor ki; biz yanlış yapıyoruz. Demek ki; doğru olanı doğru zamanda, doğru yerde, doğru üslupla söylemek gerekiyor.
Tam bu konu üzerine, şu Ata sözü aklıma geldi. "Yanlış üslûp doğru sözün celladıdır." Yani biz kitabın ortasından öylebir sert üslüpta konuşuyoruz ki; insanların çoğu konuştuklarımızın doğru olduğunu bilse de, sadece çok az bir kısmı bize açıktan destek verip, haklı görebiliyor.
Netice olarak; binlerce insanı yalan yanlışlar ile avutmaktansa, onlarca insana doğruları anlatmak yeterli bizim için. Nasıl olsa bir gün mutlaka doğrular, doğru insanları bulur. Biz doğru olarak kalalım yeterki.
Yani kitabın ortasından doğruları, gerçekleri en sert, en etkili şekilde anlatmaya, yazmaya devam edeceğiz.
Saygılarımla...