Yıl 1997 Ahmet Taşçı'dan sonra 25 yıldır Edirne Kırkpınar'da altın kemer alınamıyor, ya da alınmaması için bir Süleyman Kılıç havada bekliyor.
Haklıya, haksıza bakmadan Vezir'inin ya da Vezir'lerinin ağzına, sözüne bakıp aslını, astarını öğrenmeden kemere uzanan eli kesiyor.
Nedir bu ince eleyip sık dokuma işi?
Dün Ali Gürbüz'ün kemerini kılı kırk yararak yakan sistem, acaba geçmişte alınan kemerlere bu kadar hassas davrandılar mı?
Şimdilerde kulaktan kulağa fısıltı şeklinde dolaşan eni sonu patlak verecek olan bir söylenti var. Kılıç yine bileniyor. Ki eğer söylemden çıkıp, eyleme dönerse bütün planlar alt üst olur.
Kılıcı tutan el değişmediyse Süleyman'ın Vezir'lerinin zihniyetleri ya da Vezir'lerin bizzat kendileri değişmediyse kemere uzanan bir el daha kesilecek.
Kesilirse ne olur? Kesilmezse ne olur?
Kesilirse; bir yiğide, bir baba yiğide, koç yiğide yazık olur. Nereden baksan verdiği 20 yıla yazık olur. Ailesine, sevenlerine yazık olur.
Peki kesilmezse ne olur? O zaman da geçmişte kemere uzanmış yiğitleri yargılayıp ot deyip, çöp deyip, dal deyip, budak deyip bir bahane bulunup kesilen kollarına yazık olur.
Kol kesmek için her şeye bahanesi olan o kudretli kılıç ve o kudretli el otoritesini yitirir. Dün kemere uzanan bir yiğidin elini çeşitli sebepler ile kesen kılıç, bugün aynı sebeplerde köreldimi ki; derler adama. Yani nereden baksan pehlivanadır kalkan kılıç. Hem de bu kılıç öyle bir kılıç ki; iki tarafı da keskin kılıç. İleri atsan kesiyor, geri çeksen kesiyor. Yalnız bir Ata sözümüz var. "Keskin kılıç ilk önce sahibini kesermiş" diye...
Dilerim bu sefer kılıç sahibinin elini keser de, acısını hissedip bir başka yiğidi kesmeye yükselmez bu kılıç. Hatta dilerim bu kılıç artık erbabının eline geçer de, yerli yerinde kullanılır. "At binenin kılıç kuşananındır" hesabı.
Saygılarımla...