Uzak dedik, çok uzak dedik ya latife ettik. Elbette kimilerine de gönderme yaptık, üzerlerine alıp anlayabilseler keşke. Kim bu uzak bulduğumuz, uğrayıp halini hatırını soramadığımız, hayır duasını alamadığımız koca usta. Çok mu uzakta bu usta? Hiç kimsenin, hiçbir pehlivanın bahane üretemeyeceği kadar yakın ve merkez yerde koca usta.
Akdeniz pehlivanlarının Karadeniz'e güreşlere geçiş güzergahında, Karadeniz'li pehlivanların Marmara'ya, Akdeniz'e geçiş güzergahında, Marmara'lı pehlivanların bir çay içimi uzağında Sakarya'da, Hendek'te...
Peki kim bu usta? Onu bilenler bilir, bilmeyenler de namını duymuş, dinlemiştir birçok sohbette. O bir zamanlar Türkiye'nin en hızlı, en kurnaz teknik pehlivanı. Yiğit namıyla anılır. Namıyla mağruf Hafız Abdurrahman Kahveci elbette. Namına bakarmısınız; Peygamber sporumuza yakışır. Hafız; yani Kuran-ı ezbere bilen, usulüne uygun okuyan. Yani pehlivanlıktan önce maneviyatı güçlü olan. İsmi Abdurrahman Allah'ın kulu (Abdu) Dinin gerekliliklerini yerine getiren, Allah'ın emir ve yasaklarına uyan ve dünyanın fani ahiretin ise ebedi yurt olduğunun farkında olan kişi. Lakabının ve isminin ağırlığı bir yana onun da her kul gibi hataları günahları sevapları olmuştur elbette.
Ziyaret ettik koca ustayı; çırağı eski pehlivan Sakarya Akyazı'lı Selim Yamak ile. Kapıda karşıladı koca ustam bizi. Bir nara attı koca usta, bir aslan gibi kükreyerek. Dikildi kapıya, "hoşgeldiniz be çıraklar hoşgeldiniz" dedi ve açtı hala bir çelik gibi duran heybetli kollarını. Elini öptük, ustanın halini hatırını sorduk. Sağlığı, sıhhati, hali, vakti çok iyi. Kimseye de ihtiyacı yok Allah'tan başka...
Onu aramak, sormak, hatırlamak, elini öpüp hayır duasını almak, onun için en değerli şeydir. Elbet o vefa bekler, vefasız çıraklarını yanına bekler. "Nasılsın ustam, iyimisin" dedim. "Çok iyiyim be çırak. Sağlığım, sıhhatim çok iyi" dedi ve derin derin bir iç çekti. Usta eskilere daldı. Ustalarını anlattı; Ordu'lu Mustafa'yı, Kara Ali Çelik'i, Sezai Kanmaz'ı, Nazmi Uzun'u. Kendisini, rakiplerini, yaptığı güreşleri anlattı. Adeta o günleri yaşadı, bizlere de yaşattı. Arada ayağa kalktı, anlatırken oyun gösterdi, oyunlar taktikler gösterdi kendi döneminden. Elense bile çekti, hiç beklemediğimiz bir anda. Kendisini er meydanında sandı bir an. Ya da o anı yaşadı belkide. Vay be dedi, sesi titredi, sessiz kaldı, bir süre daldı gözler doldu biraz da. Elbette vefasız bu güreş camiası dedi; kısık bir sesle. Çırakları aklına geldi. Belli ki; emek verdiği, zaman harcadığı, ümit beslediği vefasız çırağı, çırakları aklına geldi belkide. Çok çırak yetiştirdim ben dedi; sizler gibi nicelerini. Hele biri vardı ki dedi, yine derin bir nefes çekti, sessiz kaldı yine bir süre öylece. Gözleri daldı, belki uzaklara kim bilir uzak bile değildir. Beklediği her kimse isim verecek sandık, olsun be dedi onların da gözleri yolda olur bir gün dedi. Anlatmak istediklerini sanki yine kendi içine anlattı, dışına dökmedi. Düşündüğü neyse ustaca bir hamle ile konuyu dağıtıp dua etmeye başladı birden tüm pehlivanlara. Belli ki; kızdığı, kırıldığı, gücendiği birileri vardı. Dua ederek dağıttı bir anlık sisli, puslu havayı. Vay be dedi, ne iyi yaptınız da geldiniz dedi tekrar tekrar. Canıma can geldi adeta dedi. Müsade istedik koca ustadan. Bizden önce fırladı yerinden, rahatsız olma usta dememize rağmen. Eski pehlivan, o eski toprak, gün görmüş, örf adet töre gelenek görmüş, maneviyatı özüyle sözüyle bir yaşayanlardan biri o. Sarıldı bize, elele tutuştuk kapıya kadar bizimle yürüdü. Öyle bir hisse kapıldım ki; sanki 50 yıl geriye gidip, Akyazı Akbalık Ayşecik Yağlı Pehlivan Güreşlerinde kol bağlamış, er meydanına yürüdük koca ustamla bir an.
Evet, Ora da bir usta var. İsteyene hem de çok yakın. Vefasız olmayın; size emek veren koca ustanıza sakın. Rabbim sana hayırlı, uzun ömürler versin koca çınar.
Saygılarımla...